28 Ekim 2009 Çarşamba
13 Ekim 2009 Salı
Hiroşimalar Olmasın | Oktay Akbal
-->
Hiroşimalar Olmasın
"Kırk beş saniyede oldu her şey
8.15'te Hiroşima vardı
Hiroşima yaşıyordu,
Saniyelerin çiçek soluğunda
Saat 8.16 olduğunda
Yoktu Hiroşima."
Ceyhun Atuf Kansu
Tam elli yıl önceydi. 1945 yılının 6 Ağustos günü. Sabahın sekiz on beşinde Hiroşima göklerinde bir dev uçak belirdi. Adı Küçük Oğlan' dı. Bir adam bankanın önünde durup göklere baktı. Bir an. Kırk beş saniyelik bir zaman parçası Birden yok oldu. Gövdesi eridi. Gölgesi vurdu bankanın kaldırımına. Biri de geldi çekti resmini. Adam yoktu, ama gölgesi çıkmıştı kaldırıma...
Bir anda yüz bin insan öldü. Yüz bin de yaralı. Kuşaklar boyu sürüp gitti hastalıklar. O gün doğmamış çocuklar bile kurtaramadı kendini bu hastalıktan. Kollarda, bacaklarda, yanaklarda derin izler kaldı atom yanıklarının... Kansu' nun şiirinde dediği gibi: "Yangından öte bir şey - Bir milyon santigrat ısı - Ve atom bombası - Bir dev mantardı ölüm ormanı üzerinde - Alıp götürmüştü yüzyılların getirdiği bir günü."
Aradan tam elli yıl geçti. Evet, yeryüzünün herhangi bir kentine bir daha atom bombası atılmadı. Önce Hiroşima, sonra Nagazaki, hepsi bu. Yıllar yılı Demokles' in kılıcı gibi sallandı atom, hidrojen, kobalt bombaları insanlığın tepesinde. Soğuk savaş bir türlü sıcak savaş olmadı. Ama yeryüzünün dört bir köşesinde sonu gelmeyen acılar, kanlı olaylar, savaşlar sürdü, sürüyor da... Sanıldı ki, insanlık bir ders alacak Hiroşima' dan, savaştan... Olmasın dendi, Hiroşimalar Olmasın. Ama şimdilerde nice savaşlar, kıyımlar yaşanıyor yine de.
Ben Hiroşima’ ya 1970 yılında gitmiştim. Şimdi bir kez daha, Hiroşima’ dan yarım yüzyıl sonra dünyanın içine düşürüldüğü kanlı çıkmazlar, insanoğlunun acılardan, kanlı çarpışmalardan hiçbir ders almadığını göstermiyor mu? Boşuna mı bunca çaba, bunca kitap, bunca barış çığlığı?
Oktay AKBAL
8.15'te Hiroşima vardı
Hiroşima yaşıyordu,
Saniyelerin çiçek soluğunda
Saat 8.16 olduğunda
Yoktu Hiroşima."
Ceyhun Atuf Kansu
Tam elli yıl önceydi. 1945 yılının 6 Ağustos günü. Sabahın sekiz on beşinde Hiroşima göklerinde bir dev uçak belirdi. Adı Küçük Oğlan' dı. Bir adam bankanın önünde durup göklere baktı. Bir an. Kırk beş saniyelik bir zaman parçası Birden yok oldu. Gövdesi eridi. Gölgesi vurdu bankanın kaldırımına. Biri de geldi çekti resmini. Adam yoktu, ama gölgesi çıkmıştı kaldırıma...
Bir anda yüz bin insan öldü. Yüz bin de yaralı. Kuşaklar boyu sürüp gitti hastalıklar. O gün doğmamış çocuklar bile kurtaramadı kendini bu hastalıktan. Kollarda, bacaklarda, yanaklarda derin izler kaldı atom yanıklarının... Kansu' nun şiirinde dediği gibi: "Yangından öte bir şey - Bir milyon santigrat ısı - Ve atom bombası - Bir dev mantardı ölüm ormanı üzerinde - Alıp götürmüştü yüzyılların getirdiği bir günü."
Aradan tam elli yıl geçti. Evet, yeryüzünün herhangi bir kentine bir daha atom bombası atılmadı. Önce Hiroşima, sonra Nagazaki, hepsi bu. Yıllar yılı Demokles' in kılıcı gibi sallandı atom, hidrojen, kobalt bombaları insanlığın tepesinde. Soğuk savaş bir türlü sıcak savaş olmadı. Ama yeryüzünün dört bir köşesinde sonu gelmeyen acılar, kanlı olaylar, savaşlar sürdü, sürüyor da... Sanıldı ki, insanlık bir ders alacak Hiroşima' dan, savaştan... Olmasın dendi, Hiroşimalar Olmasın. Ama şimdilerde nice savaşlar, kıyımlar yaşanıyor yine de.
Ben Hiroşima’ ya 1970 yılında gitmiştim. Şimdi bir kez daha, Hiroşima’ dan yarım yüzyıl sonra dünyanın içine düşürüldüğü kanlı çıkmazlar, insanoğlunun acılardan, kanlı çarpışmalardan hiçbir ders almadığını göstermiyor mu? Boşuna mı bunca çaba, bunca kitap, bunca barış çığlığı?
Oktay AKBAL
7 Ekim 2009 Çarşamba
Niçin Kemalistim ?
Niçin Kemalistim ?
Öykümüz Kurtuluş Savaşı yıllarında başlar.
Bir film senaryosu olacak kadar ilginç ve anlamlıdır.
Kahramanlarımızın ilki, Paris-İstanbul arasında trenle mekik dokuyan genç bir Türk işadamı....
Macaristan'da genç bir bayanla tanışır.
Bir yıl sonra aynı yere yeniden gelir, ona evlenme önerir ve evlenirler.
İzmirli işadamı, olayı ailesine açamaz.
Macaristan'da bir kızı olur.
Nermin adını verdiği kızı 5 yaşına geldiğinde, bir gün babasına kızının resmini gösterir:
- İşte baba, bu senin torunun!...
…
İzmirli işadamı yaşama gözlerini yumduğunda, en büyük dileği, Macaristan'da büyümekte olan kızının bir gün Türkçe öğrenmesidir.
Nermin büyümekte, Mustafa Kemal'in yaptıklarını, gazetelerden heyecanla izlemektedir.
Baba ölünce, aile geçim sıkıntısı içine düşer.
14 yaşındaki Nermin, Macaristan'da paralı olan öğrenimini sürdüremez olur.
Oysa Mustafa Kemal'in ülkesinde eğitim parasızdır.
Nermin, baba yurduna gitmeye karar verir.
Annesinin bile haberi olmadan Türk Büyükelçiliği'ne başvurur. Ona yardım ederler. Pasaportla birlikte, eline durumunu açıklayan bir de Türkçe mektup verirler... Başı sıkıştığında, derdini anlatamadığında o mektubu gösterecektir.
Sonunda olayı öğrenen annesi de ona hak verince, üçüncü mevki bir tren kompartımanının tahta sıraları üzerinde, günlerce sürecek bir yolculuk başlar.
Tren, Türkiye topraklarına girerken küçük Nermin bir sorun olur. Gümrük memurları, elinde Türk pasaportu olan, ama Türkçe bilmeyen bu çocuğun durumunu çok ilginç bulur, giriş izni de hemen verilir.
…
Öykü uzun...
Küçük Nermin, İstanbul'da bir yandan Almanca dersleri verirken öte yandan Türkçe öğrenir. Mustafa Kemal'in parasız kıldığı eğitim olanaklarından yararlanır.
İstanbul Hukuk Fakültesi'ni bitirir. Gazetecilik yapar... Türkçe'nin arkasından İngilizce ve Fransızca da öğrenmiştir.
Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne asistan olur. Çağdaş siyaset biliminin Türkiye'ye girmesine öncülük edenler arasında yer alır.
Gün olur, Türkçesinin bozuk olduğunu öne sürerek öğretim üyeliğinden atılmasını isteyenler çıkar.... Ama o, tükenmez bir enerji ve heyecanla, gençlere bir şeyler verme isteğini yitirmez. Uluslararası toplantılarda Türkiye'yi, Türk kadınını, Mustafa Kemal'i savunur, savunur... Oğlunun adını Mustafa Kemal koyar...
…
Prof. Nermin Abadan-Unat, Siyasal Bilgiler Fakültesi'ndeki son dersini bundan dört yıl önce verirken aralarında benim de bulunduğum bir grup eski öğrencisi de sınıftaydı. Kimisi profesör, kimisi doçent, kimisi çiçeği burnunda araştırma görevlisi... Deniz Baykal da sonradan yetişmişti. Bir "sürpriz" yapmıştık hocamıza. Duygulandı ve son dersin sonunda, nefes bile almaya korkarak dinlediğimiz yukarıdaki yaşam öyküsünü anlattı... Ve sözlerini şöyle noktaladı:
- Ben yurdumu da, ulusumu da kendi irademle seçtim!... Mustafa Kemal olmasaydı, belki ben de olmazdım... Niçin Kemalist olduğumu, niçin milliyetçi olduğumu, öyle sanıyorum ki artık anlamışsınızdır!...
Ben çok etkilendiğim bu öyküyü o zamanlar yazdığımda, sonunu şöyle bağlamıştım:
"Bu sözleri, parası olanlara Bilkent'i, olmayanlara Süleymancı yurtlarını gösterenlere adıyoruz..."
Bakıyorum da aradan geçen zamanda, ne Nermin Hoca'nın öyküsü güncelliğini yitirmiş, ne de benim altına düştüğüm not...
Tıpkı giderek daha güncel, daha gerçek, daha anlamlı olan Mustafa Kemal'in kendisi gibi!..
A.Taner KIŞLALI - Cumhuriyet, 15 Kasım 1992
3 Ekim 2009 Cumartesi
İstanbul’un Kurtuluşu
İstanbul’un Kurtuluşu
30 Ekim 1918'de imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması'nın ardından düşman donanmaları İstanbul Boğazı’na giriş yaptı.
13 Kasım 1918'de Haydarpaşa önlerine demirleyip İstanbul’a çıkan itilaf devletleri güçleri, İstanbul’un işgalini fiilen başlattı. Gayrimüslim azınlıkların bu olaya sevindikleri rivayet edilir. Mustafa Kemal Paşa tarihî "Geldikleri gibi giderler" sözünü bu olay üstüne o gün Haydarpaşa Garı’nın önünde söylemiştir.
Türk ulusu doğal olarak bu işgali kaldıramadı ve büyük ayaklanmalar başladı. O dönemde pek çok mitingle birlikte, on binlerce kişinin katıldığı ünlü Sultanahmet mitingleri yapıldı. Edebiyatçı yönüyle tanıdığımız Halide Edip (Adıvar) bu mitinglerde katılımcılara şu yemini ettirdi:
"Türkiye’nin istiklâl ve hayat hakkını alacağı güne kadar hiçbir korku, hiçbir meşakkat önünden kaçmayacağız. Yedi yüz senelik tarihin ağlayan minareleri altında yemin ediniz!"
Bu esnada Paris "Barış" Konferansı toplandı, İttihat ve Terakkiciler yargılandı, Osmanlı ordusu dağıtıldı. Pek çok devlet adamı, aydın ve asker savaş suçlusu ilan edilerek tutuklandı ve sürgüne gönderildi.
20 Ocak 1920 tarihinde itilaf devletleri, Osmanlı’nın harbiye nazırı ve genelkurmay başkanını istifasını istedi. Bu istekleri ertesi gün Cemal ve Cevdet Paşa'lar tarafından yerine getirildi.
Meclisi Mebusan 28 Ocak 1920 tarihinde gizli oturumla toplandı ve oy birliğiyle Misakımillî kararlarını aldı. 17 Şubat 1920 tarihli oturumda bu kararların açıklanarak, tüm yabancı parlamentolara bildirilmesi kararlaştırıldı.
Misakımillî kararları itilaf devletlerini çok rahatsız etti. Fiilî olarak devam eden işgal, 16 Mart 1920 günü resmiyete döküldü. İşgalciler meclisi bastı, vatansever milletvekillerini tutukladı, sürgün etti, bütün devlet binalarını ve karakolları denetim altına aldı. 11 Nisan 1920'de padişah Vahdettin İtilaf Devletleri’nin baskısıyla İstanbul’da bulunan Meclisi Mebusan'ı feshetti.
Gelişmeler Anadolu’da büyük merak, üzüntü ve çaresizlikle izlenirken, İstanbul’da kurtuluş mitingleri düzenlendi.
Durum gittikçe kötüleşiyordu. Meclisi Mebusan'ın kapatılmasının ardından Mustafa Kemal Paşa önderliğinde 23 Nisan 1920'de Büyük Millet Meclisi açıldı. Mustafa Kemal Paşa, Erzurum milletvekili olarak meclis ve hükümet başkanlığına seçildi.
Bu dönemde Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları hakkında idam fetvası çıkarıldı. İdam fetvasının arkasındaki isimlerden olan sadrazam Damat Ferit Paşa, 10 Ağustos 1920'de Sevr Antlaşması’nı imzalayan heyetin başında yer aldı.
Bu olaylar ulusal kurtuluş hareketlerini daha da alevlendirdi. Türk ulusu, tarihin en büyük bağımsızlık savaşlarından birini yaptı ve alnının akıyla Kurtuluş Savaşı'nı kazandı. 11 Ekim 1922'de Mudanya mütarekesi imzalandı.
1 Kasım 1922'de saltanat Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kaldırıldı ve İstanbul hükümeti hukuksal olarak da sona ererek, Ankara hükümeti Türk ulusunun yegâne temsilcisi oldu. Son Osmanlı padişahı Vahdettin, 17 Kasım 1922'de İngiliz donanmasına sığınarak Malta’ya kaçtı.
1922'nin Kasım’ında Lozan Barış Konferansı toplandı. İsmet Paşa'nın diplomatik manevralarıyla dolu geçen günler ve aylardan sonra 24 Temmuz 1923'te Lozan Barış Antlaşması imzalandı. Antlaşmanın gereğince düşman güçleri İstanbul’dan ayrılmaya başladı. Son işgal kuvveti, 1923 Eylül sonu-ekim başında Türk bayrağını selamlayarak İstanbul’u terk etti.
6 Ekim 1923 günü 5 yıldır süren özlem sona erdi ve Türk ordusu sevgilisini bekleyen bir âşık gibi 5 yıldır onu bekleyen İstanbul’una kavuştu.
Türk askerleri büyük sevinç gösterileri ve mutluluk gözyaşları arasında kente girerken; Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları için idam fetvası çıkarttıran, Sevr Antlaşması’nı imzalayan Damat Ferit Paşa İstanbul'un kurtulduğu bu gün (6 Ekim 1923) Fransa’nın Nice kentinde öldü.
Türkiye'nin vazgeçilmez parçası olan İstanbul’un düşman işgalinden kurtulmasından 23 gün sonra Türkiye Cumhuriyeti kuruldu.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)